Anadolu' da tarım adlı araştırma yazımızın bu son bölümünde Cumhuriyetin kuruluşu ve yaklaşık üç çeyrek yüzyılı anlatmaya çalışacağım.

      Anadolu’da tarım adlı araştırma yazımızın bu son bölümünde Cumhuriyetin kuruluşu ve yaklaşık  üç çeyrek  yüzyılı   anlatmaya çalışacağım ;

     *19. yüzyılın ilk yarısından itibaren dönüşüm sürecine giren Osmanlı devleti , bir yandan da toprak kayıpları nedeniyle büyük bir muhacir ve mülteci akını ile mücadele ediyordu. Anadolu’ya doğru daha çok Balkanlar ve Kırım üzerinden gerçekleşen bu nüfus hareketine karşılık, içeride savaş ve çatışmalara bağlı bir iç göç hareketliliği vardı. Tüm bunlar savaş durumundaki devletin iskân sorunuyla da uğraşmasını mecbur kılıyordu.

     1856’dan itibaren başlayan yasal düzenlemeler ve 1913’ten itibaren İttihat ve Terakki hükümetlerinin bu konuda çıkardığı kapsamlı nizamnamelerden de anlaşılacağı üzere bu konu devletin uzun zamandır düzenleme getirmeye çalıştığı bir alandı[; ancak savaş koşulları içinde gündemde geri sıralara düşmüştü.

     Kurtuluş savaşının bitmesiyle birlikte kentsel ve kırsal alandaki yıkımın boyutları gün yüzüne çıktı. Ülkenin hemen her yerinde yanmış yıkılmış konutlar birçok kişiyi evsiz bırakmıştı. Konut sıkıntısına ek olarak ekili alanların da tarumar edilmiş olması ekonomik nedenlerle de kırsal alanın hızla imar edilmesini zorunlu kılıyordu.

     Sonuçta, Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusunun yaklaşık yüzde yetmiş beşi kırsal alanda yaşıyor ve ülke ekonomisinin neredeyse tamamı köyden karşılanıyordu. Yeni rejimin ilk büyük imar faaliyetleri başkent Ankara’nın kurulması ile kentleşme alanında başlamışsa da, Cumhuriyet’in toplumsal destek ve ekonomik sürdürülebilirlik olarak savaşta desteğini aldığı bu kırsal çoğunluğa kendini kabul ettirmesi gerekiyordu.

   “kırsal alan modernleşmesi” fikri Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren gündemde önemli bir yer tutmuştu. Atatürk’ün TBMM’nin birinci dönem üçüncü toplanma yılını açılış konuşmasındaki “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür” sözleri daha sonra bu dönemin sloganı haline gelecekti.

    Ancak, köylü uzun yıllar süren savaşlara insan gücü ve vergilerle destek verirken devletten eğitim, sağlık vb. hemen hemen hiçbir hizmet almamıştı.

    Eğitimsiz, fakir ve özellikle çalışabilir erkek nüfusunun büyük kısmını kaybetmiş bir haldeydi. Bu durumu iyileştirmek için köylerin hızla ekonomiye kazandırılması, köylere hizmet götürülmesi ve köylüden Cumhuriyet’e destek alınması lazımdı.

     Osmanlının son döneminden gelen deneyim ve rejimin modernleşme arzuları bir araya geldiğinde planlı kırsal alan yerleşmeleri konusu gündemde önemli bir başlık haline gelmişti. Bir taraftan ekonomik, eğitsel ve kültürel politikalarla yaratılmaya çalışılan Cumhuriyet köylüsü kavramı tartışılırken, diğer taraftan Cumhuriyet köylüsünü yaratacak mekânların nasıl olması gerektiği mimar ve şehircilerin ilgisini çekiyordu.

    Cumhuriyetin ilk on yılında bir yandan zorunluluklar bir yandan da modernleşme ideallerinin yönlendirdiği romantize edilmiş bir yaklaşımla devam eden kırsal iskan çalışmaları , 1930’lu yıllarda ise devletçilik ilkesinin benimsenmesi ve Romanya ve Bulgaristan ile yapılan anlaşmalarla göçmen akışının düzenlenmesi ile daha sistematik hale gelecek[; ancak İkinci Dünya Savaşı’nın ekonomik zorlukları ile tüm imar faaliyetleri gibi yavaşlayacaktı.

    Tam da böyle bir geçiş dönemi yaşanırken mübadele, ülke için acil faaliyet alanlarından biri olan mübadillerin iskân edilmesi sorununu ortaya çıkardı. Devlet, mübadilleri iskân etme zorunluluğunu modern Türk köyü yaratmak için değerlendirilince ortaya bir iskân çalışmasından çok daha fazla anlamlar taşıyan Cumhuriyet köyü ideali çıktı. Aynı dönemde kanunlaştırılan ve maddeleri ardı ardına okunduğunda modern Cumhuriyet köyünün bir tasvirini ortaya çıkaran köy kanunu ile ülke çapına yayılmaya çalışılan bu ideal, mübadil köyleriyle örneklendiriliyordu. Örnek olmak özelliğinin öneminden dolayı bu köylere numune köyleri denilmişti.* (Hilal Tuğba Örmeci̇oğlu)

     Mîrî araziler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1926 da medeni kanunla tasarruf edenlerin mülkü olarak kabul edilmiş, böylece mîrî arazi uygulaması sona ermiştir

    Cumhuriyet döneminin tarımla ilgili ilk önemli politikaları, 1925 yılında Aşar vergisinin kaldırılması ve 1926 yılında Medeni Kanunun kabulü ile çiftçilerin toprak mülkiyeti hakkının resmen gerçekleştirilmesi olmuştur. Bu iki politika da başlangıçta çiftçiler için yararlı politikalar olarak kabul edilmiştir.

     Medeni Kanunun, miras yoluyla arazilerin parçalanmasına ve dolayısıyla küçük ve ekonomik olmayan işletmelerin ortaya çıkmasına neden olması sebebiyle mahsurları ortaya çıkmıştır.

     Yine cumhuriyetin ilk yıllarında tüketicilere ucuz buğday ve ekmek temin etmek ve dolayısıyla buğday fiyatlarının yükselmesini engellemek için İktisat Bakanlığı buğday ithal etmiştir.

     Tüm dünyayı olumsuz yönde etkileyen 1929 yılındaki ekonomik buhran, Türkiye’yi de olumsuz  etkilemiş ve bu yılda 12.8 kuruş olan buğday fiyatı 1933 yılında 4.3 kuruşa düşmüştür (Çivi, 1997).

     Bu durum karşısında hükümet, zor durumda kalan çiftçileri korumak için, 1932 yılında 2056 sayılı Buğday Koruma Kanununu çıkarmıştır. Bir ay sonra 13204 sayılı kararname ile Ziraat Bankasına, belirlenen yerlerde 5.5 kuruştan buğday satın alma yetkisini vermiştir.

     Daha sonraları korunmaya, buğdayın yanında diğer hububatların da alınmasıyla bu yetki 1938 yılında Toprak Mahsulleri Ofisine (TMO) verilmiştir. İkinci Dünya Savaşının etkilerinin olduğu 1940’lı yıllarda, savaş şartlarının da etkisiyle tarımsal ürün fiyatları sürekli yükselme göstermiştir. Bu dönemde hükümetler, tarımsal ürün fiyatlarını düşürmeye çalışmış olduğundan bu yıllara narh uygulama yılları denilmiştir.

     Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 1945 yılında 4753 sayı ile çıkmış ve bu kanunla vakıf, özel idare ve belediyelere ait araziler ve 5 bin dönümü geçen özel mülk araziler kullanılarak topraksız çiftçilerin topraklandırılması amaçlanmıştır. Bu kanunla hazine arazileri dağıtılmış, fakat yan tedbirler alınamadığından yeterli başarı sağlanamamıştır.

     İlk taban fiyat uygulaması 1947 yılında toplam üretimin %13’ü alınarak tütünde başlamıştır. Enflasyon sonucu dünya fiyatlarının ülke içindeki fiyatların altına düşmesi nedeniyle, 1950’li yıllarda ihracatta teşvik uygulamaları başlamıştır.

      Fiyat artışlarının hızlandığı bu dönemde tüketiciyi korumak amacıyla hayvansal ürünler, pirinç, ekmek ve yağ gibi tarımsal ürün ve mamulleri fiyatlarına müdahale edilmiştir. Planlı dönemin başlangıcı olan 1963 yılına gelinceye kadar, bazı özel amaçlarla bir dizi tarımsal politikalar takip edilmiştir (Yavuz, 2000).

     Cumhuriyet döneminde de Ülkenin kalkınmasında tarım ve hayvancılığın önemi büyüktür. Aşar vergisi kaldırılınca  alınan vergiler parasal vergiye dönüştürülmüştür.

      Cumhuriyetin ilk yıllarında Ziraat Bankası’nın çiftçilerin daha uygun şartlarla  kredi vermesi ,tarımda makineleşme çalışmaları, hayvan sayısını artırma çalışmaları tarımsal gelişme açısından önemlidir.

     1945 yılında çiftçiyi topraklandırma kanunu çıkarılmış ancak 1950 yıllara gelindiğinde kentlere göçlerin başlaması nedeniyle toprak reformundan beklenen etki görülmemiştir

     25 Aralık 1963 tarihinde 28. Türkiye Hükûmeti ile kurulmuştur. Bakanlığın amacı köylerin kalkınması için gerekenleri yapmaktı. Bakanlığın başlıca icra organı Yol Su Elektrik İşleri Genel Müdürlüğüydü (YSE) .

26 Ocak 1974 tarihinde kurulan 37. Türkiye Hükûmeti döneminde bakanlığın adı Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığı olarak değiştirildi. Bakanlık bu adla 9 yıl devam ettikten sonra 13 Aralık 1983 tarihinde kurulan 45. Türkiye Hükûmeti döneminde kaldırıldı ve bakanlığın görevleri Tarım ve Orman Bakanlığına aktarıldı. Bir süre Tarım Bakanlığı adı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olduysa da 14 Haziran 2011 tarihinde kurulan 61. Türkiye Hükûmetinde Köyişleri adından tamamen vaz geçildi.

Köyişleri Bakanlığı (1963-1974)

Köyişleri ve Kooperatifler Bakanlığı (1974-1983)

Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı (1983-1991)

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (1991-2011)

 

      Köylerimiz ve köylülerimizin kalkınması hep gündemde olmuştur, Siyasi liderler tarafından çeşitli projeler düşünülmüştür örneğin ; MHP Genel başkanı merhum Alparslan Türkeş beyin DOKUZ IŞIK doktirinide  köy ve köycülük meselesine de özel bir önem atfetmekte ve bu konuda da orijinal bir tez olan Tarım Kentleri projesini teklif etmektedir.

    Tarım Kentleri esas olarak dağınık köylerin toplulaştırılmasını, hizmetin ve şehirlerde bulunan imkânların köylünün ayağına götürülmesini, sanayinin bütün yurda dengeli bir şekilde dağıtılmasını, dolayısıyla bölgelerarası dengesizlikler ile şehre göçün kontrol altına alınmasını ve bu suretle gecekondulaşma meselesine de kaynağında çare bulunmasını hedef almaktadır... Tarım Kentleri'nin hedefi kalkınmayı köye götürmektir...

     Yine DSP Genel Başkanı Merhum Bülent Ecevitin Köykent, projesi Köy İşleri Bakanlığı tarafından benimsenerek geliştirilmiştir. Bakanlığın 1973 yılında yayımladığı raporda, köykent yaklaşımının amacı üç madde halinde özetlenmiştir:

1.      Az sayıda personel ve az yatırımla, en kısa zamanda kırsal kesim nüfusunun tüm gereksinmelerinin karşılanması,

2.      Hızlı nüfus artışının ortaya çıkardığı fazla nüfusun bir bölümü ile işsiz nüfusun köykentlerde iş olanaklarına kavuşturulması,

3.      Böylece, iş olanaklarına kavuşturulan kırsal nüfusun kentlere akımı sonucunda büyük kentler civarında oluşacak nüfus yığılmalarını engelleyerek, sağlıklı kentleşmenin sağlanması.

Bülent Ecevit, köykentlerde köylerin değil, hizmetlerin, okulların ve sağlık ocaklarının birleştirileceğini, bir köyün kendi başına fabrika kuramayacağını ama birbirine yakın konumda olan ve emekleri, bilgileri ve maddi olanakları birleşen köykentler sayesinde, köylüler, verimli tarım işletmelerinin yanı sıra, ortaklaşa sanayi işletmeleri de kurabileceklerini, kültür ve spor tesislerinden ortaklaşa yararlanabileceklerini, öylelikle kentlerin tüm olanaklarının köylere de ulaşmış olacağını belirtmiştir.

     Köykentler ile, köylünün kalkınması ve kırsal alanların sanayileşmesi için zorunlu olan altyapı ve hizmetlerin köylülere daha kısa sürede ve daha düşük maliyetle sunulabilmesi, böylece, tarımsal sanayileşmenin altyapısının da hazırlanması amaçlanmıştır.

     Ancak tüm bu projelere rağmen Köyler hedeflenen düzeye ulaşamamıştır.

     Özet olarak ; Türkiyemizin  çok zorlu bir kurtuluş savaşından sonra  Saniyeleşme ve tarımsal kalkınmayı beraberinde yürütmek mecburiyetinde kalmış olduğuna ,hiçte azımsanmayacak büyük gayretler sarfetmiş dünya sosyo ekonomik ölçeğine göre elinden geleni yapmış oluğuna inanıyorum.

Günümüze gelirsek  ;

      TürkiyeOECD ve G20'nin kurucu üyesidir ve E7 ülkeleri, GOBLE'ler ve YSÜ'ler arasında sınıflandırılmaktadır.[27][28][29] 2023 yılı itibarıyla Türkiye ekonomisi nominal GSYİH'ye göre dünyanın en büyük 17Avrupa'nın ise Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya'dan sonra en büyük 6'ıncı ülkesi konumundadır. ekonomisidir. Aynı zamanda SAGP'ye göre dünyanın en büyük 11, Avrupa'nın ise en büyük 5. ekonomisidir. IMF'ye göre Türkiye üst-orta gelirlikarma piyasalıgelişmekte olan bir ekonomiye sahipken, Dünya Bankası'na göre Türkiye, 2024 yılında kişi başı GSYİH'e göre yüksek gelirli ülkeler sınıfına girecektir, dünyada en çok ziyaret edilen dördüncü destinasyondur ve hem çok uluslu hem de ulusal firmalar tarafından kurulan 1.500'den fazla Ar-Ge merkezine sahiptir.

      Türkiye dünyanın önde gelen tarım ürünleri, tekstil, motorlu taşıtlar, ulaşım ekipmanları, inşaat malzemeleri, tüketici elektroniği ve ev aletleri üreticileri arasında yer almaktadır.

      Türkiye'nin pek çok bölgesi sanayi toplumu olarak nitelenebilir. Türkiye sanayi toplumuna hızlı geçiş olgusunu Müslüman toplumlar arasında başarıyla gerçekleştirebilen az sayıdaki ülkeden birisidir.

     Türkiye, 2016 yılı itibarıyla, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkeler arasında Endonezya'dan sonra ikinci büyük ekonomidir. Türkiye'yi Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Bangladeş izler. Türk dünyasının da en gelişmiş iktisadı olan Türkiye'yi Kazakistan izler

     GOBLE = gelişmekte olan ve büyüme lider ekonomiler , YSÜ = Yeni Sanayileşen Ülkeler   (  Vikipedi, özgür ansiklopedi )

      Ülkemizin geleceği için sanayi teknolojik ürünler üretmeye önem vermeliyiz, Tarım konusunun önemini hatırdan çıkartmadan çiftçiye dolaysıyla  İnsan kaynağı olarak köy ve köylüye daha fazla önem vermeliyiz.

     Köylerimiz ve köylülerimiz Milli kültürümüzün önemli bir parçasıdır , Milli ve yerli sözcüğü esasen Milletin insan kaynağı olan köy ve köylüleri ifade ettiği inancındayım

     Köylerimizin rehabilite edilmesi , tarım arazilerimizin ekilmesi , topraklarımızda  maliyeti düşük kârı ve ekonomik değeri yüksek ürünler yetiştirilmesini sağlamalıyız bunun için ,

Tarımda sürdürülebilirlik için dönüşüm Projemde de bahsettiğim gibi ;

Köylerimizin köy dernekleri vasıtasıyla Tarımsal kalkınma kooperatiflerine dönüştürülmesi projesi çok önemli basamaklardan biridir.